3/03/2015

AKLIMDA KALAN BODRUM-VURGUN







Sigara içer miydi acaba Hasan Hüseyin, içer de ciğerlerini kavurur muydu? Tek mahrum kadığı bedeninin yarısı mıydı? Kalbinden, sevdiğinden, umutlarından ve erkekliğinden de olmuş muydu? O tavana diktiği gözleri gece uykuya daldığında neleri görürdü? Bir gelincik tarlasında mı gezinirdi ya da zeytinlerin arasından sızan güneşle mi küçülürdü? Bir adam kaç kez vurgun yerdi hayatta… Ya da denize dalmasa da vurgun yer miydi bu hayatta?

Gitme demişti oysa abisi, karısı, anası, bubası. “Yok, gitçem ya lord olcem ya morg” dedi. Kolay değildi yoksulluğa katlanması, tarladan gelecek iki ekinle veletlerin kursaklarına lokma sokması. Ticaret denen şeyde vardı para. Bütün aile tarlalarda, bahçelerde erzak peşinde iki pul para derdinde. “Yetinerek olmuyor” dedi. “Yetinmecem gari. Ben bu mavi denizden ya lord olur dönerim ya da morg olup gençliğimi aha bu köy meydanına gömerim.”

Gitti Hasan Huseyin… Maviye daldı… Teknede adamlar göğün nefesini ona taşırken o sünger peşinde, denizlerin dibinde, belinde ağır hayat yükü, sağ omuzunda hayalleri, sol omuzunda korkuları, ciğerleri ufakcık kalana kadar sürükledi umudunu derine. Bir sünger tarlasının içine düşecekti elbet. Nergislerin, gelinciklerin arasında koşardı çocukken, şimdi bir sünger tarlasına düşecek o tarlada coşacak evine de lord olarak dönecekti. Karısı boynuna sarılırken o abisine müstehzi bir şekilde gülerek “hani bulamazdım, derinlerde kalırdım” diyecekti gözleriyle.

Zamanı unuttu Hasan Hüseyin. Dudaklarında “ah” elinde Kuran, kalbine oturmuş taşla beklerken anası gelecek kötü haberi, Hasan Hüseyin de onu düşlüyordu. Anası, güzel anası rahat edecekti gari. Bir sen güldürdün yüzümü oğul diyecekti. Bir sen rahat ettirdin beni son vakitlerimde.

Yukarıya baktı. Denizin üstü bir rüya gibi geldi. Kaç vakit olmuştu çık artık dedikleri. Küçüldü Hasan Hüseyin, korktu, büzüştü sanki içi. Çıkmalıydı hem de hemen çıkmalıydı. Vücudunu saran korku sanki tüm eklemlerine büyük bir baskı uyguluyor bedeni sonsuz bir ağrı ile onun çıkmasına karşı koyuyordu. Bir balık olsa, oltayla da böyle çekilecekti kayığa…

Bahtaniyeden sedye ile taşıdılar evine. Anası elinde kuran, karısı dilinde zehir, çocukları gözünde yaşla dikildiler başına. Felçli bedeni, konuşmaya takati kalmamış dili, vurgundan ağrıyan kalbi ile MORG olup döndü Hasan Hüseyin evine.

Zaman yatakta ölüm gibi işliyordu bedenine. Önce İstanbul’a Haydar Paşa’ya götürdüler. İki koltuk değneği ile döndü köyüne. Döndüğün de ne karısı ne de çocukları vardı evde.

Böyle yaşanmaz dedi. Bir daha atacağım kendimi denize, ya ölürüm temelli orada kalırım ya da biraz daha iyi olurum diye.


Attı bir kaç kere daha denize kendini. Ölmedi Hasan Hüseyin. Ama hiç bir zaman da derine bıraktığı dönmedi Hasan Hüseyin’in…

1 yorum:

  1. Bir kalem ve söz ustasının hikayesine yorum yazacak birikime sahip değilim ; ama iyi bir okurum.Sadece beğenebilirim ve çok beğendim.Tanımadığım kimselerlin acılarını , özlemlerini hissettim.Coşkulu , buruk , hüzünlü...Yaz... Sen yazdıkça bağırasım geliyor...Ben yazarın babasıyııım...

    YanıtlaSil