2/03/2015

AKLIMDA KALAN BODRUM -02

AKLIMDA KALAN BODRUM-01 için tıkla


Fatma Ninem (anneannemin annesi)



Kaçacak bir yer arıyordum nefes almak için. Zihnimde evi dolaşırken, insanların ayaklarına basmamaya çalışıyor bir de gözlerimle hareketlerimi takip ediyordum. Karşımdaki gül yüzlü, pişmaniye saçlı, kurak yüzlü teyze ettikleri duaların tesiri ile sersemlemiş olduğumu düşünmüş olacak ki “Kızım iyimin? Çık sokağa da bi nefes al” dedi. Ben de başımla fikrini onaylayarak, kaçacak deliğimi düşünmeye devam ettim.

Geliyordu bir yer aklıma ama orası da doluydu şimdi…
Mutfaktaki kiler.
Bir penceresi vardı, o da arkadaki ahıra baktığı ve güneş görmediği için tamamen karanlıkta kalıyordu. Bu nedenle daima serin ve kuruydu. Anneannemin erzak deposu olarak kullandığı bu oda bizim için ise bakkal dükkanıydı. Ablamla kileri dükkan gibi işletir, iki fasülyeye 1 kavanoz salça satardık. Oyunun bitimini ise patlıcan turşusu ile taçlandırır kapatmayı beceremediğimiz kavanozlar için ertesi gün cezalandırılırdık.

Bir de mutfakta yine erzak koymak için yapılan pencere büyüklüğünde bir gömme dolap vardı. Sarı ahşap kapakları olan bu güzel dolabın içi nedense fare ve haşere için de aynı keyifi veriyordu. Önündeki sedir divana otuduğumda kapakları kapalı bu şirin gömme dolaptan tıkır tıkır sesler duyulur, evde telaşlı bir süpürge arayışı başlardı. Dolabın kapağı açıldığında fare kontrada kalmış çizgi film kahramanları gibi rafın köşesine siner, hayvanın sıkıştığını düşünen bizleri tongaya düşürürdü.  Bir anlık bekleyişimizden yararlanıp süpürgenin arasından, gazetenin kıyısından kaçıverir, tüm mutfağı turlayıp açık kapının aralığından hiçbir yerine zeval gelmeden özgürlüğüne kavuşurdu.

Mutfak büyük ve sıcaktı. Sıcaklığı pişen yemeklerden çok paylaşılan anlardan ve edilen sohbetlerden beslenirdi. Bir de ahşaptı. Bastığın yer zangırdar, dolaplardaki bardaklar dans ederdi. Mutfakta koşturmak beste yapmak gibiydi adeta. Tıkırdayan tabaklar, şangırdayan bardaklar, gıcırdayan yer…

Şimdi, fare olsam giremezdim o dolaba ya da kaçamazdım kilere. Adım atacak yer de yoktu ki duyabileyim ahşap zeminin içimi kabartan güzel melodisini. Mutfak dedemi rahmetle anan güzel saçları beyaz bezlerle örtülü teyzelerle doluydu. Çömelip sallanarak dua okudukları yerde, anneannem ve annesi “ninem” hamur açar, annem hamuru kaynatır, teyzem de tepsiye serer, hepbirlikte su böreği yaparlardı. Çökelek ile kıymanın karıştığı su böreğini yaparken ninem ve anneannemin de sohbetleri içime karışırdı.


--- Ninem

- Aa kızım nerde bizim zamanımızda bu kadar bolluk bereket. Saveş cıkmış, para yok, pul yok. Ne varsa elimizde öküz, eşek, katır, gitmiş araç diye, evde büyük bıçak bile yok onu da silah niyetine almış asker.

Gözlerini açık mutfak kapısından dışarıya salarak, sanki onların arkasıdan tüm bedeniyle gitmiş gibi bir anda yok olarak bir “oof” çeker, kendi sesi ile yine geri dönerdi. Ve muhakkak eklerdi

- Öyle zamanlardı ki, biz mısırın darısını ayıklar kuruttuğumuz koçanını değirmende eler un niyetine ekmek yapardık.

Taşı toprağı kavuran, aklı buhar olup uçurtan, deliyi azdıran, şarapçıyı kudurtan sıcaklar dinmeye başlamıştı.

Toprak çabuk kızan yaşlı bir adam gibidir Bodrum’da… Doğarken kayalara çarparak gelen güneş üstüne serildimi daha rengi dönmeden nevri döner toprağın. Sonra tüm gün tozuyla yüzüne yüzüne vurur sıcağını. 

Kuşların sessiz kalmayı tercih ettiği mevsimler, cırcır böcekleri ve çekirgelerin senfonisi başlar. Çekirge… Türkülere konu bu gaddar hayvanı da pek sevmezdi ninem.

Başlarında koca kalmayan, ekinleri biçmeye hayvan bulamayan köy ahalisi savaşın kendilerinden aldıkları yetmezmiş gibi bir de çekirgeler ile ekinleri için harbe girmişti o çocukken. Taburuyla gelip, tüm ekinleri yiyip geriye bir tek toprak bırakmışlar. Kara bir bulut olup tarlaları kaplayan bu iblisler ile mücadele edecek ne ilaç, ne de güç varmış. Neyse ki bir çare düşünülmüş. Çekirgeler yumurtasını toprağa gömermiş. Devlet şart koşmuş her kişi 1-2 kilo çekirge tohumu toplayacak diye. Ölümüne değil üremesine savaş açmak o zaman yapılacak en iyi savunma yöntemiymiş. Taarruz için silahı olmayan savaşçı halk, düşmanı kökünden kurutmak için yumurta avına çıkmış. Tarlaları eşeleyen yorgun ve umutsuz bir avuç insan savaş bitinceye kadar bu sefaleti çekmiş. Bir gün diyor ninem “ Yine havalandı bir tabur çekirge. Kapkara bir çarşaf gibi gerilip güneşi kapattılar. Karardı ortalık. O gün gittiler, bir daha da o kadarı bir araya gelmedi. Şükür”

Çekirgenin kanadı
Nedir bunun inadı
Kör olası çekirge
Arpa buğday komadı

Çekirgenin taburu
Her tarlayı batırı
Benim burda duruşum
Nazlı yarin hatırı

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Sağımda oturan kadının elindeki Kur’ana takıldı gözüm. Her yaz açılan Kur’an kursuna bir kere olsun girmemizi isteyen anneannemin ricasını en sonunda kıramamıştı annem. Ablam ve beni cami avlusuna bırakmıştı. Hocanın kolları arasında camiye girdiğim anı unutmam, bir de ilk arada camiden kaçışımızı. Çok şey bilmesem de Kur’ana bakınca iki şey geliyor hep aklıma; biri “allah” diğeri “baba”…

Ninemin anası Zeynep babaları şehit olduktan sonra Kur’andaki büyük harfleri baba diye öğretmiş çocuklarına. Ninem ve kardeşi Hüseyin ne zaman büyük arapça harf görseler “ana bak baba bulduk” diye sevinirlermiş.

Öyle ki bir gün bağlanan şehit maaşının yoklamasına gittiklerinde, memur “Bunları babeyn gönderdi” deyince Hüseyin “Benim evde babeym çok” diyip Zeynep nineyi rezil rüsva etmiş. Kadıncağız ezile büzüle anlatmış baba ne, harf ne, yalnızlık ne….

Evet Yalnız ve sessizlermiş. 6 aylık ninem kucakta, ortanca kardeşi karındayken giden babası, izin zamanının meyvesi en küçük çocuğunun müjdesini almadan şehit olmuş Çanakkale savaşında. Anaları Zeynep ise uç çocuğa babasının yanında yetebilmiş. 

Ninemin babası annesi Zeynep’in kocası Arif, 3 erkek kardeşin sonuncusu. İlk abisi askere diye evden çıktıktan sonra bir daha haber alınamayan Murat, ikincisi askere gittikten sonra sadece Yemen’den mektubu gelen Hüseyin ve en küçükleri iki kardeş şehit oldu diye askere alınmayacağına sevinilen Arif. 

Zeynep’in babası varlıklı. Damda hayvanı, bahçede zeytini, tarlada ekini olan Babası yoksul Hasan’ın oğlu Arif’e sadece askere gitmeyeceği için vermiş kızını. Hesapta Arif şehit düşen iki kardeşinden sonra askere alınmayacak, kızı da bu zor zamanlarda kocasız kalmayacaktı. Torunları babalarından işleri öğrenecek, dedelerinin yüzünü güldürecek, bir ömür dert içinde geçmeyecekti. Çanakkale’de vurulmayaydı, siperlerde kan içinde cebinde mendili bulunmayaydı şehit karısı değil Arif’in zevcesi olacak, yüzü gülecek, bahtı dönecek, kadın olacaktı.

Savaş bir evden kaç canı aldığının matematiğini yapmıyordu. İki kardeşi alan üçüncüyü de pekala alabiliyordu.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder