2/13/2015

AKLIMDA KALAN BODRUM-03

Bölüm 01 için tıklayın 




Anneannem Huriye Yenilmez Kenker Dolması Yaparken


Matem tutan bedeni dedemin başucunda titriyor, dudakları acı sözler ve dualar ile kımıldıyor, çenesine yaşlılıktan çok kederden söz geçiremiyordu. Ne elem, ne acıydı bu yaşadıkları. Çevresine bakarken gözlerindeki yaşlara dalıyor, akmayan damlalar bir okyanus olup görüşünü engelliyordu. Mehmet’im... Reisim... Evimin direği...

Bir sağa bir sola salınıyordu cümleler ağzında. En güzel günleri onla görmüştü. Artık kim üzülme dese, kızmak en büyük hakkıydı. Yoksun çocukluğundan sonra Köy Enstitüsü mezunu bir eşi olmuş, onu kucaklayıp korumuştu. Müsgebi’nin öğretmeni onun da öğretmeni, gurur kaynağı ve kocasıydı.

Aradığım boşluğu yakaladım ve ayrılan saflar içinde kendime bir yol bulup odadan çıktım. Sofayı kaplayan ayakkabılar bir ressamın fırçasından serpilen renk cümbüşü gibiydi. Ayakkabımı ayağıma geçirdiğim gibi merdivenlerden inip, bahçe kapısına doğru hızla yürüdüm. Karnım çok açtı ve böyle bir günde acıkabildiğim için kendime kızıyordum.

Bakkala gittim. Çırağı olduğunu tahmin ettiğim 10 ila 12 yaşlarında bir çocuk duruyordu tezgahta. Patronu da dedemin cenazesi için çıkmış olmalıydı.

-Ne istedin apla, dedi.

Küçücük bakkal dükanına bu kadar şeyi nasıl sığdırdıklarına hayretle bakarak ve biraz da aklım karışarak arkasında duran gofretleri gösterip “versene şundan bir tane” dedim.

Anneannem çocukluk anılarını palaşırken yaşadıklarından çok yaşayamadıklarını anlatırdı. Yaşı geçkinken tattığı tatlar, oynayamadığı oyuncaklar, gidemediği piyesler, göremediği yerler, okuyamadığı okul, yaşayamadığı çocukluk anıları…

Yaşayamadıkları yaşadıklarından daha fazla yer işgal ediyor insanın küçükken. Hayal kırıklıkları sevınçlerinden, mutsuzluklar mutluluktan daha çabuk büyüyor minik bedenlerde. Bu bakkalın bile olmadığı zamanlarda geçmişti çocukluğu. Bazen Bodrum’un köyünde saklı kalmış bir prenses bazen de kardeşinin donunu 6 yaşında yıkamaya başlamış bir kül kedisi olurdu anlattıklarında. Ta ki bugün topraga vereceği kurtarıcı prensi gelene kadar.

Bir gün inekleri alan anneannem beni de beraberinde otluğa götürdü. Bakkalın önünden geçerken rengarenk çapıtları sararak yaptığı kesesini koynundan çıkardı, içinden bir kaç kuruş verip bana gofret aldı. Yol boyunca anlattığı geçmişi ağzımdaki gofretin tadı ile aklıma geldi.


--- Anneannem

Yoksulluk bulaşıcı bir hastalık gibi dededen oğula, ondan da toruna aktarılıyordu adeta. Annenannemin de çocukluğu yoksulluk ve yoksunluk içinde geçmişti.

“Eskiden para yoktu Ceren” derdi.

- Turp haşlaması, tarhana, bulgur, ak darı, ak darı aşı, akıtma ekmeğinden başka yemek bilmezdik. Buğday, arpa, bakla, darı, gambilya, nohut, fasulye, burçak eker sebzeyi de mahallelere gelen zerzavatçılardan alırdık. “Lahanam var, karnevetim var, pıransam var, kerevizim var” şuyum var buyum var diye gezinirler, biz de bir çanak incir, arpa, buğday gari evimizde ne varsa götürür trampa ederdik.

Para bir değer ölçüsü idiyse de henüz Bordrum’un köylerinde hükmü geçmiyordu. Elde avuçta olanlar elde avuçta olmayanlarla trampa ediliyor yani değiş tokuş oluyordu.

Giritliler helva, ekmek, patates gibi erzakları küfelere koyar köy köy gezer yine trampa usulü satarlarmış. Giritli Ahmet Ağa ve Sarı kız’ı hatırlardı anneannem. Ahmet Ağa az verene de çok verene de candan veren, huyu temiz suyu sakin bir amcaymış. Ama Sarı kız öyle mi… Huysuz, aksi ve verdiğinde aldığından hoşnut olmayan bir adammış. Evet adammış. Anası kız olsun çamurdan olsun diye diye doğurmuş ama bir türlü kızı olmamış. En son gelen saçları altın sarısı yavrusunu bir kız çocuğu gibi büyütmüş, hatta öyle ki saçlarını bile örmüş.

Lakap bazen kafana cuk diye outran bazen de küçük ya da büyük gelen veya şekli şemali hiç yakışmayan bir şapka gibidir… Adını unutup sanınla seslenilen Bodrum gibi küçük yerlerde, bir o kadar da değerli bir mirastır. Gün olup dedenin lakabının peşine takılması da mevzu bahistir çünkü. Canavar Salih’in torunu, Sarı Kız’ın karısı, ya da anneannem gibi Toplu Hüseyin’in yeğeni…

Anneannemin dayısı Toplu Hüseyin, babası savaştayken doğmuş. Sadece babası değil tüm babalar Çanakkale harbindeyken doğan Hüseyin anasının karnından dünyaya davul zurnayla değil, top ve tüfek ile gelmiş. Yunan gemisi Bodrum’u bombalarken babaanneleri torunları alıp Gücere’e kaçmış. Annesi Hüseyin’i Yahşi’de top sesleri arasında doğururken Hüseyin’in ilk viyaklamasıyla top sesleri kesilivemiş. Anası yaşadığı korkudan oğlunun yüzünü görmek istemezken ebe çocuğu kaldırmış ve “Bak Yunan cavuru Hüseyin’den korktu da kaçtı. Top tüfek Hüseyin bu” demiş. Sonraları Toplu Hüseyin diye lakabı değişmiş.

Bir de mahalleye gelen çerçiler varmış. “çerçi geldi, yağcı geldi yaymacı geldi, kolonyalarımız var, kekik yağlarımız var, elma yağlarımız var, yumaklar var, makaslar var, makaralar var, yağcı geldi yaymacı geldiii!..” Çerçiler ahşap kutular içine koydukları mallarını kapakları telden teşhirci vitrinleri ile çocukları cezbedermiş. Sattıkları oyuncaklar bugünün oyuncakları ile mukayese götürmez ama çıngıraklar, düdüklü bardaklar çocukların ilgisini çekmeye yetermiş. Ucuzluğu konusunda kaynanasının ölüsü üzerine yemin edecek kadar sözüne güvenilir bu satıcılar daha çok Konya’dan gelirmiş.

Kıyısına balık vuran bu kasabanın köylerinde yemeklere ekinlerde yetişenler kadar tarlada biten, tepeleri yeşerten, otlar, dikenler, çalılar da aş olmuş. Yokluk zamanı doğanın sunduğu tüm nimetlerin filizi yemeklere, çöpü hayvanlara veilir, hiçbir şey ziyan olmazmış. Ne güzel olurdu şimdi anneannem kenker dolması yapsaydı da ben de yeseydim. Içinde unuttuğu iplerini gülerek ağzımdan çıkarsaydım. Ve dedem “matıfladı gari” diyip uğraşsaydı karısıyla.


Devam edecek…

KENKER DOLMASI 


Kenker dolmasının tarifini yapmadan olmazdı diye düşündüm ve öykü içinden çekip ayrıca paylaşmak istedim.  Kenkeri şevketi bostan olarak bilen çoktur. Ama benim canımın çektiği ve öykü içinde andığım deve dikeni de denilen dolmalık kenkerdir. 


Köklerini temizlediğin dikenin saplarını haşlıyorsun. Haşlanan sapların zarlarını güzelce temizliyorsun. Sapları birlikte tutan kök kısmını kesmiyorsun. Köklerinden birbirine bağlı sapları iki eşit parça şeklinde tepsiye yatırıyorsun. Hazırladığın dolma içini koyup, kapatıyorsun. 


Dağılmaması için iple sarıp fırına veriyorsun. Pişen dolmaları alıp iplerini çözüp yumurta, un, tuz ile yaptığın bulamaca buluyor ve kızartıyorsun. Tadı tarifsiz, zahmeti bol, herkesin yapamadığı mükemmel bir lezzet... Anneannemin elleri fotoğraflardaki. Anneannemi daha çok sevdiğim, tarifsiz anılarımın en güzel lezzeti! 

Dolmamız kızardı afiyetle yiyin gari :)



1 yorum:

  1. ahh!... Anneannenin elinden eskiyi yad eden birbirinden güzel anılarının tadıyla bütünleşmiş kenker dolmasını yemek. yerken de yanında bir tas yoğurt, her yemekte sofradan yoğurdu hiç eksik etmeyen dedenin anısına.....

    YanıtlaSil