Denizin köpüklendiği günler geride kalmıştı. Ağır yükünü göğe salan toprak artık daha sıcak, yeşili bürünmüş tepeler daha davetkar, insanlar ve hayvanlar daha canlıydı. Doğaya kan gelmiş ve içinde barındırdığı her şeyi sarhoş etmek için tüm güzelliğini sergilemeye başlamıştı.
Kışın olup biteni yavaş yavaş sokaklardan ve ruhlardan
arınıyordu. Artık sular daha sakin akacak, yazın sıcağı bastırana kadar bu
sakinliği herkes koruyacaktı.
Deniz kıyısında sakinliğini koruyamayan sadece oyuncu
köpekler değildi tabi. İçi aşk ve heyecanla dolu ve birbirini merak eden
gençler de manzaranın içinde meşk ediyordu. Onları izlemek çocuksu bir
röntgencilik gibiydi. Zamana karşı direnen yaşlı duygular ile biraz kıskanç,
biraz sevimsiz tavırlı insanlara karşı sonsuz bir yürekle, şevkle öpüşen
çiftler, ilklerini yaşayan aşıklar, gönlüne bahar konmuş sonunu hep mutlu
düşleyen bir sürü çocuktular aslında. Sevdiklerinin yokluğuyla
cezalandırılmaktan korkacak kadar toydular. Kendilerini bir sevdaya hapsedecek
kadar tecrübesiz yürekleri vardı. Cesurdular. Kavgalarını kimse yokmuş gibi
ortaya koyacak, göz yaşlarını saklamayacak kadar cesur. Kolundan tutup kendine
çekecek kadar da aşıktı erkekler. Gitme demek ölüm kalım meselesi değil, gurur
hiç değildi. Keşfedecek güzelliklerden mahrum kalmak istemiyordu hiç biri. Yaz
başlayacaktı, aşk mevsiminde kimse yalnızlıkla terbiye olamazdı.
Ve çocuklar. Onlar özgürleşmişti. Sırtlarında annelerinin
zorla giydirdiği montlar olmadan daha rahat atıyorlardı taşı denize. Daha
güçlenmiş ve palazlanmışlardı sanki. Suları sakinlemişti. Nasıl sakinleşmesin
ki onlar değil miydi en yakın doğaya… Şimdi kucak açan annelerinden daha
bereketli memeleri olan, müsemması daha yüksek, huyu daha sakin, azarı olmayan,
elini tutmayan ve de tepesine tırmandıran koynunda oynuyorlardı.
Mutluluğun yüz ölçümü varsa onlar için dünya bile sınır
değildi çünkü. sonsuz olan gökyüzü altında ve hatta içinde kuracakları tüm
hayaller onların sınırsız gücünü ortaya koymak için güzel bir arenaydı.
Ağlamak mı? En güzel bu mevsimde ağlanırdı. Denize girmek
ayaklarını sokmak isteyen bu güzel varlıkların havaya bırakacakları her bir
çığlık çıplak gökyüzünde katlanarak çoğalıp en güzel kıvamı alacaktı. Kulakları
zorlayan bu güzel sesin üzerine ne olabilirdi ki doğada. Kuş sesi mi? Dalga
sesi mi? Köpek havlaması mı? Bir adamın küfürbaz konuşması mı? Tabi ki onlar
ağlayacak, onlar çığlık atacak onlar bağıracaktı. Tahammülsüz hiç bir kulağa
yer yoktu artık. Biz onların keşfetmek için geldiği dünyada misafir
oluvermiştik çoktan.
Ve yabancılar. Daha önce görmedikleri ve gördükten sonra
akıllarını zorlayan anlam vermekte güçlük çekecekleri bu uyumsuz ruh hallerini
resmetmekle meşguller. Çekecekleri her kare fotoğraf, belki bir daha
uğramayacakları bu şehri özlem ve hayretle anmalarına neden olacaktı.
Sahilde olup burada olup bitenin farkına varmayan tek insan da
ağzındaki sigarayı dudaklarının arasında tutmaya çalışan, elindeki oltanın
sırtında belli ki başka bir dünyaya dalan adamdı.
Gözündeki gözlükten gözlerini nereye kenetlediği seçilmese
de, başının dikine baktığında uçsuz bucaksız bir maviye değiyor olmalıydı.
Orada ne var? Ne görüyordu ki yanında gezinen kumrunun farkında değildi? Balık
avlamak için bir çabası olmadığı da kesindi. Bir olta ve bir somun ekmekle bir
şeylerden kaçıyor olmalıydı. Dizinin dibinde duran bira şisesi yarısına kadar
içilmiş. Ya birazdan hepsi bitecek ya da akşam bastırıncaya kadar ona eşlik
eden tek şey o olacaktı.
Yakına demirlemiş tekneden gelen hafif meltemli kahkaları
duymak zor değildi. Hele ki erken de olsa denize kendini atmış olan bir insanın
kulaç sesleri ile gelen türküleri… Akşamı beklemeyen rakı sofrasına işaret
ediyordu ezgiler. Çoban salata, mürekkep haşlama ve muhabbetiyle rengini alan
bu rakı sofrasında kendi tuttuklarından çok balıkçıdan aldıkları balıklar
sofraya konuluyor olmalıydı.
Yan masadan sızan nikotin kokusu arada içime dolan yosun
kokusunu bastırsa da içimin rutubeti güneş görmemişti henüz.
Bahar gelmişti Bodrum’a çoktan. Her mevsim gibi içine doğacak, güneş sıcak nefesini üzerine verdikçe yürekleri yakacaktı.
Bahar gelmişti Bodrum’a çoktan. Her mevsim gibi içine doğacak, güneş sıcak nefesini üzerine verdikçe yürekleri yakacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder