4/14/2015

AKLIMDA KALAN BODRUM 5



Köy meydanında, hayvanların su içtiği, kadınların dertlerini dinlendirdiği, çocukların ateşini söndüren, gençlerin içini titreten, Dilaver’in dilini eşek arasının soktuğu çeşmenin yanındayım.  

Güneşin canı çekilmiş, yaz havası tepemizde son demlerini yaşıyor. Bense dut ağacının arkasında anneannemlerin avlusunda sergilenen oyunu izliyorum. Kökünü ninemin evinin dibine dayamış, dallarını evin hayatına salmış, meyvelerini de köyün yollarına saçmış bu büyük dut ağacı nicedir meydan ve ev arasına geniş gölgesini sunuyor.

Gölgesinde dinlenen hayvanlar ve çocuklar, gölgesinde dinlenen dedikodular, gölgesinde dinlenen türküler, gölgesinde dinlenen selalar var. ikindi namazına az kaldı. Yakında birçokları evden çıkacak, cami avlusundan taşacak ve dedemin cenazesi için bu dut ağacının gölgesine sığınacak, hakkını helal edecekti.  

Ben dut ağacının gölgesinde beklerken bir kadın elinde tepsi bahçe kapısından telaşlı telaşlı çıkarak yanımdan geçti. Saçlarını örttüğü beyaz ipek örtüsü yüzüme matem serinliğini bırakırken, kenarlarındaki oyalar gözlerimde gezinip gitti.

Dut ağacının gölgesinde anneannemin ipekten hayalleri geziniyor şimdi.
Çocukluğunu, ailesinin para kazanmak için uğraştığı her şeyi oyuna çevirmekle geçirmiş, küçük yaşında koca bir kadın gibi görevler üstlenmiş, oyuna gelmeyecek hayat mücadelesinde kendine oyunlar icat etmek zorunda kalmış anneannem, o günleri gülerek anlatmaya başlar yaşlı gözlerle sonlandırırdı hep.

Hayalleri ipektendi çünkü eşsizliğini dokusundan, güçsüzlüğünü narinliğinden, zorluğunu var oluşundan alıyordu. Evin orta yerinde ipek böceği yetiştirdikleri günlerde öğrenmişti hayatı. Güzelliğin beş para etmediğini ve hayatın kısalığını…  

Bereketini bahar ile birlikte sunan doğa Mart ayı geldiğinde ipek böcekleri için de yeni bir başlangıç olurdu. Bu sefer köy sokaklarını gezen seyyar satıcıların arasına  “kuş tohumu var” diye bağıran ipek böceği yumurtası satan satıcılar da karışırdı.  

Kuş tohumu derlerdi çünkü susama benzeyen yumurtalar içinden bir hayvan çıkamayacak kadar küçük ama bir hayvana yem olacak kadar nitelikliydi.

Bir kese içine konulan yumurtaları içinden tırtıl çıkana kadar koyununda taşıyan anneannem ilk evciliğini oynamaya başlamıştı. Tırtıllar yumurtalardan çıkmaya başlayınca, sıcak koynundan çıkarıp un eleklerinin kasnaklarına bez gererek yaptıkları yeni evlerine taşırdı.

Dokunması bile yasak olan bir oyuncak gibiymiş anneannem için kasnak üzerindeki bu minik çiftlik. Minik tırtıllar dut yapraklarının üzerinde gezinirler bir yandan da yataklarını kemirirlermiş. Anneannem ise belki ipekten bir elbise giyip kendi kraliyetinde sonsuza dek mutlu yaşar, belki de sığamayıp kozasına kelebeğe dönüşüverirdi bu oyunun içinde.  

Ne zaman ki kozalar olur, kaynar kazanlara konur ve uç veren güzellikleri çıkrıklarda ipeğe dönüşür işte o zaman yeniden başlarmış oyun. Kelebek olan çocukları yeniden yumurtlar, yumurtadan tırtıllar çıkar, kozalar yapar, kazanlar kaynar…

Başımda anneannemin oyununa eşlik eden dut ağacı, karşımda dedemin cenaze namazını bekleyen köy ahalisi ile ikindi namazını dinliyorum şimdi
Örtüsünü matemiyle yüzüme süren kadın ise elinde bir tencere pilav başında ipek örtüsüyle giriyor şimdi gedikten.

Devam edecek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder