Hava
soğuk ve kuruydu. Birazdan yanık pembe eşarbını alıp masadan sakince kalkacak
bir kadın gibiydi güneş. Deniz ise kırışık bir çarşaf gibi seriliydi tepelerle
çevrilmiş yatağında. Oturduğu iskele tüm gün ıslanan ahşap gövdesini akşamın
serin meltemine bırakmıştı.
Üzerindeki
hırka kışlıkların arasından yeni çıkmıştı. Sakin esen meltemle rutubet kokusunu
üzerinden atıyordu. “Bu şekilde de havalanabiliyor pekala” diye düşündü. Annesi
gibi değildi, tüm dolabı balkona serip havalandıracak vakti yoktu. Değerli
zamanını daha verimli kullanmayı tercih ediyordu. Kaldı ki bu hırkayı da ağzına
kadar dolu olan dolapta önlü arkalı iki kule gibi dizdiği kışlıklarının arka sırasından,
görmeden el yordamıyla seçmişti. Doğru kazağı bulana kadar başarısız olduğu
seçimlerini ise yatağın üstüne savurmuş, onlar da hafifliklerinden yatağa
isabet etmemiş ve halıya saçılmışlardı.
Çocukluğundan
beri boşa vakit geçirmemesi gerektiğini öğrenmişti. Evden çıkmadan önce pekala
bulaşıkları yıkayabilir, dağılan giysilerini yerlerine kaldırabilir, akşam
yemeği için buzluktan eti çıkarıp çözülmeye bırakabilirdi. Zamanı bu kadar boşa
akıttığını görse annesi muhakkak dolduracak bir kova bulurdu. O ise artık evden, arkasına
bakmadan çıkmayı tercih ediyordu. Geriye dönüp toplamak istediği her şey onu bir
bir hayatından eksiltiyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder