3/14/2012

Bodrum Masalı

İstanbulda yaşlanıyorum. Yıl içinde bir kaç kere geldiğim güzel memleketim Bodrum’u ise anılarımla tekrar yaşamaya çalışıyorum. Köklerim evimizin önündeki zeytin ağaçlarına karışmış, ne kadar kanat takıp göçsem de bırakmıyor toprağım beni. Bu yüzden yazdıklarımın geçmişle bağlantısı bu kadar kuvvetli.

Küçükken kendime masallar anlatırdım. Başıma gelen herşeyi, yaşadıklarımı ya da yaşamayı hayal ettiklerimi ve de artık bitsin dediklerimi masallaştırır kendime okur ve sonunda “bu masal da burada bitmiştir”der sonlandırırdım. Çünkü benim çocukluğum Bodrum’da gökyüzünün altındaki sokaklarda geçti. Bir masal gibi…

Annemim çocukluk şekerlerini yedim orta yere kurulmuş köy düğünlerinde. Dilimiz damağımız horoz şekeri kırmızısı koşuştururduk ampülleri yıldız gibi donatılmış Müskebi’nin eski meydanında. Kulaklarımda davul zurna eşliğinde ne tatlar keşfettim.

Ninem otururdu avlusunda tek odalı evinin. Dizinin dibinde define oyunu oynar, yer elması eşelerdik minik bahçesinde. Kaç çiçeği telef oldu bilmem ama bizim yüzümüz de hep gülücükler açtırırdı garip şivesi ile ettiği küfürleri. Kullaklarımda çınlar hala sağır hikayeleri, bir de gölgesine eşlik eden köreğinin sesi.

Elektirikler gidince başlardı asıl heyecan. Anneannemin sobasının kızıl alevi eşlik ederdi hikayelerine, dinlerdi torunları, çocukları bir de duvardaki köygöçüren…

Ablamla mürekkep kokardık… Derdimiz büyük, işimiz küçüktü. Balık tutardık mürekkep kokulu hayallerimizin içinde. Torba'da, Gerişaltı'nda, Yahşi'de... Denizin derin, gökyüzünün sınırsız olduğu yerlerde. Severdik babam arkasını dönünce, bir balığın hayatını kurtarmayı annemle!

Gözlerim kapalı söylerdim sözleri başımdan büyük şarkıları. Açmazdım sımsıkı kapatırdım canım acıyana dek. Yağmur sesine bayılırdım çataklardan akan ve rüzgarın eline koluna dolaşan. Çalı süpürgesinin sesi ile uyanmak, çatıdaki tarhanayı parmaklamak, komşunun bahçesine top kaçırmak, hele de saksı devrilirse başından bir kova su yemek en güzeliydi heyecanların.

Misket oynardım çocuklarla, tek kale maç, bisiklet yarışı, evde annemin yarım kalan ojelerini, rujlarını ablamla satma telaşı… Adliyenin arkasında, jandarmanın avlusunda, mandalin bahçelerinde, zeytin diplerinde, bahçelerde bulduğumuz her yerde oyun oynardık. Köpekler kovalar biz kaçardık.

Neresi bile olduğunu bilmediğim yerleri anlatan, sadece iki tel arasında sazın gövdesine vurulduğu anları beklediğim çocukluk türkülerim vardı. Sobalarda kuru meşe yanar, babam çalar, ben dinlerdim... Biz dinlerdik. Boncuklu gelin orta yerde dönerdi. Kütahya’nın pınarları içimize akardı.

Pencereye zeytin dalları vururken ben babamın sazının tellerinde yeni yerleri, yiğit efelerini tanırdım. Rakının kokusuyla tanıştığım, türkülerle kaynaştığım, annemi anlamadığım zamanlardı. Biz masayı, sazın bam teline vurmadan, annem son tabağı kaldırmadan terk etmeden büyüdük.

Artık masal anlatmıyorum kendime.

Her gece yatmadan önce minik ellerini yüreğime koyduğum oğluma anlatıyorum masallaşan çocukluk anılarımı. Ve ekliyorum “gün gelecek miniğim kendi masalını yazacaksın. Bir masal diyarında yaşayacak ve yaşlanacaksın.”

1 yorum:

  1. Çok güzel anlatmışsiniz;))) tüm anlattıklarınız gözümde canlandı...

    YanıtlaSil