6/09/2015

Deniz ve Adam


 - Kaç tona bürünüyorsun diye sordu?
 - Bilmem hiç düşünmedim. Sadece üşüdüğümde bulutlarımı örterim.
     - Peki dalgalar neden?
     - Bastığın yer yüreğim... 

Adam lastik tabanlı ayakkabısının altında dengesini bozan ıslak kumlara bakarken gökyüzünde gri bir örtü başından aşağı kurşun dökerek ilerliyordu. Sahilde tek bir kuru kum tanesi kalmamıştı. Zor bir gecenin sabahı olduğunu anladı. Kendini ve cümlelerini yeni doğan güneşin de yardımıyla elinden geldiğince toplamaya çalışıyordu. Ayakkabılarının ıslanacağı korkusuyla bir iki adım geri gitti. Deniz ise kıvrılmış bir halı gibi daha ileri atıp kendini, parmaklarının ucuna kadar seriliyordu. Nazlı minik dokunuşlar gibiydi sevgilisinin yaptığı. Barışmak ister gibi, istemez gibi…

     - Hadi ama neyi kaçırdım ben?

Dalgalar sıklaşmış ve güçlenmeye başlamıştı sanki. Soru sorup canını sıkmak onun da işine gelmiyordu. Zaten soruya soru ile cevap veren kaçamak tavrı Deniz’in en sevmediği huylarından biriydi. Bu yüzden tahmin ettiği olasılıklar içinde doğru olanı bulmaya çalışıyordu. Anlamamazlıktan gelen borçlu tavrı ile zaman kazanmaya çalışıyor bir yandan da dalgalardan kaçarken sarfettiği yılışık cümleleri ileri gitmesini engelliyordu.

     - Hadi ama nedenini bilmediğim öfkeni sakinleştirmek için ne yapabilirim? Bana hiç yardımcı olmuyorsun. Seni seviyorum biliyorsun ve gerçekten sana ne yaptığımı merak etmeye başladım.

Peki neydi denizin dalgasını besleyen rüzgar? Çatlayarak sahile vurduran dalga dalga? Durulmaya hiç niyetli değildi. Aksine her seferinde daha kızgın seriyordu sahile öfkesini. Derinlerinde esen rüzgarlar durulsa bile çabuk tükenmiyordu enerjisi dalgalarının, dinmiyordu öfkesi sularının.

Sevgiliyi kovan dalgaların şiddeti tatmin etmiyor, güçlendirmek için daha da besliyordu kendini; düşünerek, hatırlayarak, kendi kendine kurarak bir bomba yaratıyordu içinde, patlatmaktan zevk duyduğu fırtınalar koparıyordu.

Proteus’tan yadigar kestirilemez tabiatı değildi bunu yaptıran. Acı çekiyordu. Ve hatta doğası engel olmasa yanmak için çırpınıyordu. Efendisi Poseidon gelip üç dişli yabasıyla vursaydı ve yarılarak açılsaydı kat kat yüreği, içine dolan acı ve kederi güçlü ve yaşlı elleri ile alır mıydı onun için? Sadık ve aşık hizmetkarına yapar mıydı böylesine büyük bir lütfu. O değil miydi Deniz’in tek gördüğü, eşsiz bildiği, sahip bellediği erkek…

Anlamak da zorlanıyordu ikisi de. Neden yüreğini ezen bu adama durulmuyordu deniz. Ve de adam neden hala bu yılışık çocuksu tavrını üzerinden atıp uzaklaşamıyordu kıyısından denizin?

Çocukluğundan beri ne zaman bir suç işlese, bu umarsız tavrı takınıyordu adam. Soruya soru ile cevap veren, cümleleri anlamamazlıktan gelerek aptal görünmeyi yeğleyen, bir planı yoksa sadece zaman kazanmaya çalışan, karşısındakini bir boğa gibi azdıran, deve gibi köpürten, kaplan gibi saldırtan bu tavrından başına gelmeyen kalmamıstı halbu ki. Şimdi yapması gereken tek şeyin kendini affettirmek olduğunu düşünüp sadece bunun için çabalıyor ama affedilince eline ne geçeceğini o da bilmiyordu.

Peki neden bu kadar sinirlenmişti Deniz? Sanki ilk kez geziniyordu umursamaz ve ağır adımlarıyla bir adam yakasında. Bir çokları gezmekle kalmayıp ne derin çukurlar açmıştı kıyılarında, ne hayaller inşa etmişti kumdan kalelerle. Içinden kopup sahile vuranlarını toplayıp kaçanlar, koynunda içip içip tüm çirkinliklerini üstüne kusanlar, en süslü gecelerinde üzerindeki yakamoza gözünü yumanlar bu kadar üzmemiş miydi denizi? Bu sefer neydi onu sinirlendiren kendi aptallığı mı? Uslanmayan, usu kalmayan arayışları mı?

Kimdi bu adam ki bu kadar perişan etmişti onu? Pişmanlıkları, keşkeleri, yakıştıramadıkları ve hatta utandıkları mıydı? Geç kaldıkları, güvensizliği, çaresizliği, aptallığı mıydı? Neydi onda gördüğü kendinden parça? Yalanları, utançları, hayalleri… Nasıl bir hayal kırıklığıydı yaşadığı ki kurtaramıyordu kendini girdabından.

“Neyse ne, kimse kim? Gitmesini bilmeli” diye düşündü deniz.

Ama adam gitmeyi hiç düşünmüyordu belli ki. Nazının çekilmesi, haksızlığından çok sevdasından da olabilir diye düşündü Deniz. Ya çok seviyorsa beni? işte bu soru… Cevabı ne olursa olsun Deniz’in hiç bir zaman inanmadığı tek soruydu. Yalanlara da kapısını açan tek zayıf noktasıydı.

      -  Gitmeyeceğim. Ne kadar patlatsan da dalgalarını, nedeninin basit olduğuna inandığım bu öfken durulmadan gitmeyeceğim. Bana ne olduğunu lütfen söyle çünkü bu şımarık tavrın gerçekten beni de sinirlendirmeye başladı. Kendine gelir misin lütfen?

Adım adım olması gereken yaşanıyor üste çıkma etabına geçiliyordu. Bir tartışmada tarafların yerini en iyi şekilde koruması gereken ve stratejik hataya yer olmayan en riskli aşamaydı.

    -  Gittikçe çocuklaşıyorsun. Bu tavrın beni gerçekten deli ediyor. Hem sana kaç defa söyledim…

Şimdi gitse hatasını bilmeden, yaptığını kabullenmeden gitmiş olacak ve bu da asıl istediği değildi Deniz’in. Iki dalgayı geri çekse o da iki cümleyi geri çekecek belli ki. Deniz istediği cümleleri ağzından duymadan gitmesine artık razı değil. Haklı da olabilir? Hani belki bir durulup, konuşmasına ortam sağlamak doğru olan.

Tabi ki Deniz bu hakkı ona verecek. Duymak istediği tüm yalanları duymak için gerekli zaman neyse ona armağan etmeye hazır. Son umudunu yitiremez artık.

Adam ise sonuna kadar kalıp, sonuna kadar direneceğini söylese de o aslında sonuna kadar tüketecek. Bıkacağı ana kadar, duyarsızlaşacağı hisse kadar kalıp “ben her şeyi yaptım” diyecek. Bu cümle onun tek savunması olacak.

Ki o da arkasını dönerek ayrılsa oradan. Çıksa sokaklara. Kokusu taş duvarlara çarpa çarpa içine dolan denizi özleye özleye vazgeçse. Ikisi de özgürleşecek.



                              

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder